31 Mayıs 2010 Pazartesi

Eurovision 2010 ardından


Bir Eurovision'u daha geride bırakırken genel bir durum değerlendirmesi yapmadan geçmek olmazdı diye düşünmekteyim. Bilindiği üzere Almanya'nın birinciliği ardından Ülkemiz ikinci sırada yer aldı ve milli bir başarı kıvamında adından söz ettirildi. Yarışmanın siyasi boyutu bir kenara oylamalar sonundaki sıralamaya haber yorumlarında ve sözlüklerde eleştiriler artarak artınca benim de yazma hakkım oldu kendimce. Çoğu kişi Almanya'nın Lena'sı sempatikliği ile birinci oldu derken, bir grup da hakkımız yendi dırdırları ile olayı yorumladı.

Oylamalarda 50 puanlık bir kayıp yaşamış bile olsak, ikinci sırada olmamız pek şaşırtıcı değildi aslında. Yarı finallerde aklımda kalan bir kaç ülke vardı topu topu; Sırbistan'ın Balkan havası, Yunanistan'ın kemençeli parçası, Ermenistan'ın Malatya esintisi ve İspanya'nın palyaço kareografisi akıllarda kalanlardı. Almanya'nın direkt finale gitmesi nedeni ile canlı performansını izlemek nasip olmadı ama yarı finaller sonunda gösterilen bir Fransa ve Almanya kliplerinden sonra bir iki fikir edinmiş oldum. Fransa'nın Dale don dale kıvamlı erotik klibi ile popüler bir tarz yakalamaya çalışılırken, Almanya'nın birinciliği gözümde olasılıklarını arttırmıştı zaten.


Bir pop şarkısı ile katılan Almanya'nın listede üstlere oynayacağı tahminlerden ve olasılıklardan uzak değildi ve yarışmanın tek rock grubu olan Manga ile kapışabilecek kalitedeki ender parçalardan biri idi. Nitekim Manga'nın Türkiye'ye dönüşünde Ferman'ın açıklamasında Almanya'nın parçası için Avrupa'da bazı ülkelerde hitlist'lerde yukarları zorlayan bir şarkısı var yorumunda bulundu. Kendisi ile tespitlerimiz aynı olduğu için mutlu oldum tabi ki... Evet Ferman'ın da dediği gibi Lena'nın uydusunu normal durumda piyasaya koysan toplistlere ilk 10'dan diret giriş yapabilecek tarzdaydı ki sonuçta bunun kanıdı kanımca.

Manga'nın gözümdeki yeri tabi ki bir rock sever olarak birincilikti ama popun hala rock'tan tercih edilebilir olması nedeni ile ikincilik de oldukça başarılı bir sıralama oldu diyebilrim. Kareografi bakımından belki daha tatmin edici bir çalışma olabilirdi zira robotumuz şarkının büyük bir bölümünde hareketsiz kaldı, sonlara doğru açıldı saçıldı.

Ermenistan'ın kayısılı şarkısı ezgisel olarak kulakta güzel izler bıraksa da finalde Eva Rivas'ın sesi detone oldu gibi geldi ki bu bir handikaptı onlar için. Siyasi göndermelerini artık her platformda kullanmaya çalışmaları da kabak tadı vermiş ve iplenmemeye başlamış durumda.

Sonuç olarak Manga'nın yarışmadaki özgün tarzı, söz ve ezgisel uyumu ile gönüllerin birincisi! olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Üniversitenin çöküşü


Evet tam olarak zihnimde gerçekleşen bu; üniversitenin çöküşü. Doğru tanım değil belki ama ilk akla geleni, kale surlarının top atışları ile darma duman olması gibi üniversite de mahiyetini bu şekilde yitirmekte gözlerimin önünde. Geçtiğimiz sayısı lazım değil seneler gösterdi ki bu ülkede üniversite denen şey aslında içi boş bir sıfır. Daha doğrusu çok işe arıyor ama çok niteliksiz, tabi ki bunu sadece bir kaç üniversite gözleminden yola çıkarak yapıyorum ama İstanbul'daki üniversitelerden okkalı olanları böyleyse istisnalar hariç %90 böyledir diyorum, diyeceğim. Aslında bu eleştiriyi sadece kendi okulumun kendi bölmü için yapmam belki daha sağlıklı olabilirdi ama üniversite adı altında okutulanlar ve okuyanların niteliklerine bakınca isyanım büyüde de büyüdü.

Bir hoca ki derslerde anlattıklarının %80'den fazlası kitabın aynısı olsun. Yabancı dil dırdırı yapan hocaların eh işte ingilizceleri ve konuşma özürlü olmalarını düşünün. Dersin yabancı dil ile işlenmesi göze alarak gelen bilmem kaç öğrencinin ama dersler Türkçe olsun tripleri ile karşılaşılsın. Öyle bir bölüm düşünün ki yine hocaları soru hazırlamaktan aciz olsun ve bilmem nerenin üniversitesinin internete koyduğu sorulara çökmeye çalışsın. Hocalar kitabın aynısında başka hiçbir şey katmasın. Evet böyle de bir bölümde okuyorum... Hocaların balon egolarının öğrencilere havadan bakmak için kullanıldığı, sadece not için yüze gülümsemelerin olduğu, sınıfın yarısından çoğunun kendini fasulye gibi nimetten saydığı ve mezunların çok vasıfsız ama not ortamaları bilmem kaç olan insanlar olacağı bir bölümde okuyorum, ne acı...

Ey bölüm hocası; prof ya da doçent ya da ne olmuş, bilmem kaç sene okulda kalıp akademik kariyerine devam eden ilim irfan yuvasının en naif insanı... Gözünü seveyim biraz yaratıcı ol, az biraz araştırmacı ol, anlattıkların ilgi çeksin kitapların aynısını anlatma ki kitaptan bir farkın olsun, basit dört işlemi yaparken sonucu yazmak için elindeki not kağıdına 2 dk takılıp kalan hoca lütfen soru sorulduğunda öğrencilerine bilmem kaçıncı sınıfa hala bunu mu soruyorsunuz diye laf sokmaya kalkma, az hoca ol da soruları başka yerlerden çalma iki soru da kendin üret.

Ey bütün bölüm hocaları bize bilgiyi verirken nasıl kullanacağımıza da gösterin ki ilerisi için bizi aydınlatsın. Zira bilgiye ulaşmakta bir zorluk yok günümüzde, siz bize nasıl kullanılacak bunu gösterin biz gerisini hallederiz. Bize her hafta yazılı ödevler verin ki araştırmaya teşvik olalım, yazımız yorumlama yeteğimiz artsın, kitaptan direkt anlatmayın ki derslere daha çok girelim sizin de motivasyonunuz artsın.

Daha anlatacak çok şey var tabi ama daha öğrencilere geçmedim bile mesela. Onlara da ayrı değineceğim -belki-. Balık baştan kokuyorsa ilk iş hocalarındır diye düşünürkene bu yazıyı okuyacak herkese teşekkür ediyorum. Beni altın değerindeki yorumlarınızdan esirgemeyin değerli okur...

LiMe LiMe



Tekrarlanınca ne olduğu tartışılır bir duruma geliyor lime lime, tabi burada ne anlamda kullanıldığını ben bile bilmekte zorlanmaktayım. Aslında her şey lisede bir ders arasında başladı. Bilgisayar lab'ında çılgınlar gibi oynanan "soldat" adlı oyunda karakter seçeneklerinde renkle ilgili bölümde vardı lime. Tabi ki o bildiğimiz ekşi limonun yeşilinin rengiydi ama bana rumuzum için ilham verdi. Bir yineleme çalışması ile lime lime oldu ve İngilizce anlamın Türkçe yorumlaması ile ortaya değişik bir netice çıktı... Çok da güzel oldu hemencecik yeşillenip sarpa saracağım buraları. Konuşacak o kadar şey var ki yada ben öyle sanıyorum.

Bir önsöz kıvamındaki bu yazının amacı blogun sürecinde neler olacağı konusunda bilgilendirmek. Bu blogan bir şey beklemeyin, tabi ki size bir şey katacaktır ama hayatın anlamnı verecek mi bakalım diye girmeyin bu siteye, bol bol eleştirin beni zira eleştiri iyidir ufku genişletir. Ne uğruşıcam bununla deyü sallamamazlık yapmayın sakın. Laf dalaşına da girin, emin olun en kısa sürede cevabı vereceğimdir. Yazılar bir sürü boş beleş olacak, zaten nitelikli yazsam burada ne işim var giderim kitap yazarım. Yine de okunmak isteyen aciz bi dilenciyim, öğrenmek için dilenen bir dilenci. Hani karşılaşınca limon yiyen biri görmüş gibi yüzün hafif bir ekşilik almasına neden olacak cinsten.

Neyse uzatmadan lime lime olacak buralar çok da güzel olacak, hatta oldu bile bakın...