19 Ağustos 2010 Perşembe

Süper Ligde Gezici Reklam Panolarına Veda... mı?

50li yıllardan günümüze ulaşan yeşil sahalarda forma üzerine reklam alma modası bu sene süper ligimizde sekteye uğradı. Turkcell'in sponsorluklarını çekmesi üzerine dımdızlar kalan özellikle Anadolu kulüplerinin forması ayrı bir çekici olmaya başladı bu arada.

Üç büyüklerin tam anlamıyla reklam panosu olarak yer aldığı süper ligimizde böyle boş formları görmek bi yandan insanı mutlu ederken diyer yandan haksız rekabet sorunsalını da beraberinde getiriyor. Önü, arkası, sağı, solu reklam içinde takım formaları görsel açıdan ne kadar tatsız olduğunu bir bilseler.

Bu sene şu ana kadar görünen tablo o ki; Birkaç büyük kulüp hariç, sadece 5 ya da 6 takımda forma önü sponsoru var... Onlar da tadımlık...

Dilek o ki şu gereksiz ama duygusal forma sponsorlukları daha bir disiplinli ve ciddi bir şekilde yürütülür. Bazı kulüplerin 3er tane varken, bu sene doğrudan Şampiyonlar ligine gidip Avrupa arenasına çıkacak Bursaspor'un hiç olmaması da az biraz komik ironik...

Bu son yayın ihalesinden sonra takımların alacakları paralar ikiye katlandığında ve en kötü takımın bile hatrı sayılır bir gelire sahip olacağına göre... Şu sponsporluklardan kurtulunsa ne de güzel olacak... En azından gerçekten iyi paralar olmadığı sürece bilboardlara benzeyen formalar istemiyoruz!!!

Sanal mıyız gerçek mi?

Geyik amaçlı sosyal mesaj aromalı bir sitede dün denk geldiğim trendler kısmından gerçekten inceleme konusu olacak bir in out tespiti paylaşmak istiyorum.

"Herhangi bir yerden üyelik alırken isim soyisim hanesine 'sadasd' 'xuxux' yazıp özel yaşamı gizlemek OUT
Facebook'ta Twitter'da her yediği haltı yazmak, yetinmeyip fotoğraflarını koymak IN !"

Sözlükler, arkadaşlık siteleri, bloglar kendimizi saklamaya çalışırken; Facebook'ta kendimizi sonuna kadar ifşa etmekten çekinmiyoruz. Şimdi sorulması gereken geliyor... Kendimizi nerede gerçek nerede sanal olarak nitelendiriyoruz? Nerede kendimiz olurken nerede beklentilere göre hareket etmenin dayanılmaz ağırlığı altında eziliyoruz? Söylediklerimizin üstümüze etiket olup yapışmasındansa kendimizi başka türlü rumuzlayıp biz olmayan bir karakterde kendimizi buluyoruz.

İnsanlar tanımadıkları insanlarla konuşurken ya da şu andaki gibi bir şekilde iletişimin bir parçasını gerçekleştirirken algılama potansiyellerini daha fazla kullanıyorlar gibime geliyor. En azından bu durum benim için böyle ve benim gibi düşünenler olduğuna eminim. Yabancı ile konuşmanın rahalığını başka birinden bulmak kimi zaman çok zor hatta imkansız, bu sevgili ya da anne ya da x bir tanıdık bile olsa bu şekilde işliyor ne yazık ki...

Olmamız gerekmediği gibi olmanın getirdiği göreli özgürlük bu oluyor. Şimdi yarın gündüzünde yine olması gerektiği gibi kendime yüklenen ödevleri yerine getirirken, gecenin cömert ev sahipliğinde "ben" olabileceğim... Eşki limon tadında......

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Ülkemizdeki yıldız takıntısı

Ne yazık ki geçtiğimiz ayda bir kez daha karşılaştığım ve doğruluğunu teyit ettiğim tespit; ülkemizdeki yıldız takıntısı. Kaç zamandır bakıyorum haber sitelerindeki yorumlara, hep bir yıldız oyuncu almama sonucu öfke seli hakim. Hele bu Beşiktaş'ın son Guti Guti pense ve Q7 transferleri sonrası dile dolanır oldu; "Bize yıldız lazım yıldız lazım..." Anlamadığım nokta futbolun uzay boşluğunda değil yeşil sahalarda oynanmakta. Sanarsın ki galaksi oluşturmaya çalışıyor futbol kulüpleri lakin şampiyonluklar filan bu şekilde gelmiyor. Yıldızlar ne işe yarar onun ayrımını bilmek lazım. Evet maç kazandırır, tribünlere oynar onları ateşler, çoşturur. Kritik bir anda ara pası ya da şık bir çalım ve sonuca götürür. Yani bazı oyunlarda görülen şekli ile "key member of the squad" dır ve ara sıra
kilitleri açar. Ama kilitleri açmalık kaç maç oynar bizim Türk kulüpleri ona bakalım.

En fazla bahçe kapısının asma kilidi kadar bir yer için bu kadar anahtar adamlara gerek olmadığı konsundayım. Transferlere yapılan bilmem ne kadar milyon euro harcamalardan sonra hala ortaya çıkan hayal kırıklıkları bizleri akıllandırmamış durumda. Galatasaray'ın EUFA kupasını aldığı zaman adı duyulmuş en azından benim duyduğum bir Hagi'si bir de Taffarel'i vardı Gerisi hangi takımdaydı ne idi bilmiyoum, hatırlamıyorum.

Her takımın tabi ki yıldızlara ihtiyacı vardrı ama daha önemlisi tam randımanlı görev adamlarına ihtiyacı vardır. Yıldız yıldız diye tutturanlar 4,5M euroya Cana, ya da belki daha fazlasına alınan Fenerbahçe transferi Baroni... Şimdi bu adamlar yıldız değiller zaten bu yüzden de transfer edilmediler ama şu ikisi bie Necip kadar oynayabildiler mi?

Takımlara yıldızlardan ziyade yıldız olmaya aday hırslı yetenekler almak lazım. Artık günümüz futbolu da bu yolda gidiyor istisnalar hariç. Kulüplerin yıldız tkaıntılarına haracadıkları paralar yerine bu kaynakları öz kaynak yaratmada kullanmaya çalışıp altyapı kuvvetlendirmelerine gidilmesi bir an önce olması gereken. Her sene değişen kadrolar yerine daha kemikleşmiş, oturaklı oyuncularla daha kaliteli bir futbol keyfi bizleri bekleyecektir diye düşünmekteyim.

Yıldız diye peşlerinden koştuklarımız da ancak deniz yıldızı olur.

17 Ağustos 2010 Salı

12 Eylül için Evet'çi bir yaklaşım ve Fanatik Hayırcılar

12 eylül referendumu öncesi arkadaş arası sohbetlerde ilgili konu bazı bazı geçmekte, evet mi desek hayır mı cinsinden bireyler arası mahalle baskısı su yüzünde... Dün kankalardan biri ile otururken konu bir şekilde oraya geldi ve evet mi hayır mı tartışması başladı. Ben hala evet mi hayır mı ya karar verememişken, arkadaş ben "evet basacağım" dedi, sebep diye klasik sorumu sordum. Bu seçimi yaparken ki eğilimlerini merak ettim. Zira rasyonel bir şekilde düşünüldüğünde evet ya da hayır demek kişinin düşüncesine göre şekillenebilir ve ben de bunu tetikleyen nedeni merak ettiğimden böyle bir soru sorma ihtiyacı hissettim. Şimdi anayasaya genel bir göz atmaya çalışırken konular ile ilgili teknik açıdan beni alakadar edecek bir şey yok ilk etepta. Tabi uzun vadede anaysa değişikliği kime yarar kime zarar orasını karıştırmamak lazım.

Neyse konumuza dönersek; ben evet basacağım dedi çünkü sonucu evet olacak hayır da versem diye sürdürdü. Ana!!!! Nası yani!!! Düz mantık, ben ne oy verirsem vereyim zaten sonuç belli bu yüzden evet diyeceğim nasıl bir argümandır bilemedim ama iyi bakalım hayırlısı diye kapattım konuyu.

Bizimkileri saymıyorum bile akşam oturumları sonunda aldıkları karar hayır da hayır... Zaten devam ediyorlar dünyanın en iyi anayasası da olsa her şeyi verse yine hayır. Bu da başka bir hatalı fikir ama fazla uzatmadan he he deyip geçiyoruz. Bir tarafta ne olduğunu bilmeden sonuç belli deyip kündeye yatancılar, diğer yanda gerçek bir sebepleri olmadan yetersiz bilgi ile inadım inat malum yerler iki kanatçılar.

Ben mi? Daha karar vermedim... Zaten versem de burada söylemenin anlamı yok zira eller havaya oylaması değildi. Ama evet hayır tartışmaları bir değişik çizgide yol alıyor.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Rome, Spartacus ve Bugünün Seksüel Yapısı


Tarih ile alakalı her türlü programı özellikle de antik döneme doğru giderkene özel bir ilgi ile izlemekteyim. Son dönemlerde adı duyulan iki dizi Rome ve Spartacus: Blood and Sand adlı diziler de tabi ki takibimden kaçmadı. Rome adlı dizide lejyonerler içerisindeli iki ana kahraman üstünden konu anlatımı varken, Spartacus'da esir alınıp gladyatör yapılan bir Trakyalı asker başrolde. Konuları vermekten ziyade asıl ilgimi çeken kısımların Roma aristokrasisinin sapkınlıklardan sapkınlık seçerek uygulamaları, tabi sapkınlık olarak değerlendirirken bunu günümüz bakış açısı ile yapıyorum. Günümüzde hala tabu olarak yer alan eşcinsellik kavramının Roma dönemi açılımları oldukça iddaalı bir çalışma olmuş dizilerde.

Her türlü lezbiyen, ensest, oğlancılık olarak tanımlanan günümüzde sapkınlık, yoldan sapma olarak değerlendirilen bir çok ilişki o günler için oldukça sıradan. Toplum hiyararşisinde statü içerisinde bile kadınların ikinci dereceden muamele gördüğü ama sınıfsal farklılıkların daha da belirginleştiği bir dönem Roma zamanı. Her türlü seksüel fantezinin bir şekilde olurunu bulduğu köle kavramının çok amaçlı hizmette sanırı tanımama ilkesi ile çalıştığı bir uygarlık.

Günümüze niye geldim derseniz, özellikle bu seksüel yapı içerisinde o günlerden bu günlere gelen bu eşcinsellik kavramı biraz fazla büyütülüp ayıplanmakta. Sanki bakıldığında belki de günümüzde çok daha azalan bir durum içerisinde. O zamanın aristokrasisine denk gelebilecek bugünün jet sosyetesi içerisinde ya da o zamanın normal toplumunda bile yadırganmayan çoğu fantezi günümüzde minimize edilmiş ve çok büyük cezalandırmalar ile karşı karşıya bastırılmış.

Bu bastırılmaya gelirsek de, acaba toplum cinsellike alakalı tabuları yıksa Roma dönemine geri dönecek bir marjinallik içerisine mi gireriz? yoksa evrimleşme sürecimizde artık bu tür cinsel fanteziler azalmaya mı başladı?

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Akr(b)aba

3. tekillerin aile içi ilişkilerini genel olarak bilememekle beraber, yakınımdaki birkaç kişiden yola çıkarak söyleyebilirim ki, yoğun bir akra bağında sahip olmanın götürüsü avantajlarından daha çok olmaya başladı.

Ben bu kadar çıkarcı, her şeyi kendine yontan ve kendilerini fasulye gibi nimetten sayan insanı bir arada görmedim. Neresinden koparsak da yolumuzu bulsak diye akbabalardan farkı kalmadı onların, sıcak bir öğle vakti tepemizde uçuşuyorlar tadında...

Özeniyorum bazı bazı millet kuzeni ile içmelerde, yurt dışı tatillerde vs... Benim oturup misafirliğe gidebilecek bir kuzenim var; onun da çenesini çekmek zorunda kalmak insanı yoruyor kimi zaman. O kadar geniş bir toplulukta, kafana göre birini bulamamanın sıkntısı gerçekten çok fazla, bunun tanımını yapmak biraz zor. Tecrübe edilerek anlaşılan şeylerden, ve tavsiye etmiyoruz...

Öyle yani okuyucu; sen şimdi ne diyor bu düdük makarnası filan diyorsundur ama ben de vakit geçirip, çok da güzel anlaşıp kanka kıvamında edinebileceğim kuzenler filan istiyorum. Böyle çakal akrabalardan bıktım...

3 Ağustos 2010 Salı

Futbolun Şifreleri


Bu dönem içerisinde futbol ile okuduğum iki kitaptan, futbola dair yeterli şeyi bulduğum Futbolun Şifreleri adlı kitap sonrası bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim. Yanlış transfer politikaları popüler olana eğilim furyasının en somut örneği olduğu şu günlerde böyle bir kitap okumak düşüncelerimi pekiştirirken, bu kitabı yönetim yoksunu kulüp yöneticilerine yollamak istemekteyim. Önce kitabın içeriğinden bahsedelim.

Simon Kuper ve Stefan Szymanski tarafından yazılmış bu kitapta aslında çoğu bilinçli futbol severin akıllarından geçirdikleri var. Kulüplerin gelişini, transfer politakalarındaki yanlışlar... Hem sportif hem ekonomik başarıya giden yolda yapılması gerekenler ya da yapılmış olanlar... Daha sonraki sayfalarda milli takımlar düzeyinde ve insanların davranışlarında futbolun etkisi konu alınmış. Futbol sadece futbol değildir tam anlamıyle bu kitaota yer etmiş durumda. İngiltere'nin niye mili takımlar düzeyinde başarısız olduğu ya da aslında başarısız olup olmadığı, diğer takımların başarı dereceleri ilgili istatistiksel verilerle incelenerek gözler önüne sunulmuş.

Futbolun saha dışındaki faktörleri ve etkileri üzerine farklı bir çalışma okumak mümkün Futbol Şifrelerinde. Alışagelmiş futbol muhabbetlerinden çok daha fazlası, mantıklı ve bilimsel bir şekilde sunuluyor. Tek eleştirilebilecek yanı örneklerin çoğunu İngiltere üzerinden vermiş olması. Arada bir kıta Avrupa'sına değinse de ağırlıklı olarak İngiliz kulüplerinden yola çıkıyor ve bir yerden sonra bu kadar İngiltede baymadı mı diye sorabiliyorsunuz. Ama bunun da açıklaması olarak yoğun istatistiksel verileri toplama ve bunları değerlendirme sırasından İngiltere'den yararlanılmış olması olaiblir. Zira dünyanın geri kalanında buna benzer bir araştırma serisi gerçekleştirilmemiş olabilir.

Alın okuyun tavsiye edilir meraklılarına, futbolun kendisi ve çevresi ile ilişkilerini daha yakından takip etmek edebilmek için ideal bir kitap olarak duruyor.