10 Haziran 2013 Pazartesi

Dün, bugün ve yarın seçime doğru giderken... Türkiye

Son 2 haftadır gelişen olaylar, üç vakte gelecek seçimler. Sağdan, soldan tartışamarl vs... derken geçmişten bugüne şöyle bir geleyim, yarın olabilecekler hakkında şöyle bir fikir beyan edeyim istiyorum. Hazır sağda solda bugün seçim olsa haberleri gelirken Amerika'yı yeniden fethetmeye gerek olmadığı yönünde düşüncem var. 80 sonrası yapılan genel seçimleri göz önüne alarak şöyle bir istatisk çıkaralım, sonra da öngörümüzü belirtelim. Hesaplamaları kabaca yaptım özet olsun diye, kaynak olarak sevgili wiki'yi aldım hızlı bir hesaplama adına. Geri kalan kısım kitaplardan, haberlerden akılda kalanlar.

1983 seçimleri:

Anavatan  % 45
Halk Parti % 30
MDP        % 23 oy dağılımı. Seçime katılım %92,26 şeklinde. Hükümette yer alan partilerin seçime göre yüzdesel toplamı %98, bu da demek oluyor ki mecliste halkın temsil oranı %90.


1987 seçimleri:

Anavatan % 36
SHP         % 25
DYP        % 19
DSP         % 9
RP           % 7
MHP       % 3 şeklinde bir oy dağılımı var. Seçime katılım oranı % 93,28. Hükümette yer alan partilerin seçime göre yüzdesel toplamı %80. Halkın mecliste temsil oranı bu seçimde çok düşüyor %75. Seçim barajının %10 oranında olması her beş kişiden birinin temsil edilmemesi anlamına geliyor. Buna seçime katılmayanları da ekleyince oran daha da düşüyor. Her dört kişiden biri aslında söz sahibi gözükmüyor.

1991 seçimleri:

DYP         %27
Anavatan  %24
SHP          %21
RP            %17
DSP          %11 oy dağılımı mevcut ama bu sefer de önceki seçimden hayal kırıklığı olanların tepkisi olsa gerek seçimlere katılım oranı %84. Oy alan partilere ve mecliste temsil durumlarına bakınca %100 görülüyor. Bu seçimlerde oy veren tüm vatandaşların neredeyse mecliste temsili söz konusu %84... Tabi insanların göreli olarak demokrasiye olan inancları düşmüş duruyor.

1995 seçimleri:

Refah     %21
A.vatan  %20
DYP       %19
DSP        %15
CHP       %11
MHP      %8
Hadep      %4  şeklinde oy dağılımı görünüyor. Daha önceki seçimlere istinaden daha çok sesli bir seçim tespit edilebilir tabi yine seçim barajına takılma yaşanıyor.  Seçimlere katılım oranı %85, Meclise giren partilerin aldığı oy oranı %86, Halkın temsil oranı ne yazık ki yine yerlerde %73. Neredeyse üç kişiden biri temsildenyoksun. Çok seslilik göstermelik duruyor, demokrasi kan kaybına uğruyor. Bu arada kürt milliyetçiliğinin cılız da olsa yükseldiğinizi görüyoruz. Özal'ın 1993 senesinde günümüzde hala tartışılan ölümüne dikkat çekmek istiyorum.

1999 seçimleri:

DSP       %22
MHP      %18
FP          %15
A.vatan  %13
DYP      %12
CHP       %9
HADEP %5
BBP       %2
Bağımsız %1 Yine çok sesli bir seçim, diğer yandan katılım oranı %87. Meclise girebilenlerin yüzde oranı %81. Mecliste temsil oranı ise daha da düşüyor %70, Her on kişiden üçü yine dışarıda. 98 gerginlikleri merkzde oy kaybı yaratırken, Ecevit önderliğinde sol/ sosyal demokrat oylarında yükselme mevcut. Bu aynı zamanda 80 sonrası sol eğilimli bir partinin ilk defa liderliğe oturması durumunu da getiriyor. CHP ise baraj altı kalıyor, Sosyal demokratların (SD) oylarında bir birleşme söz konusu diğer yandan SD'lerin belkide ilk defa %25 altında temsili oluyor. Merkez oyların ciddi bir şekilde sağa kaydığı görülüyor. %35 lik bir milliyetçi / muhafazakar seçmenlerde artış gözlemleniyor. 1999 Abdullah Öcalan'ın yakalanması bu dönemde önemli gelişme oluyor, 2001'de patlak veren kriz ise bir çuval inciri berbat ediyor.

2002 seçimleri:

Demokrasiye olan inancın daha düşmesi %30 lara varan temsil edilememe oranı seçmeni partilere küstürüyor, seçime katılım oranı %79 sonrası en düşük katılım herkese bir mesaj oluyor. Bu seçimlerde kalıplar yıkılıyor meclise sadece iki parti girebiliyor. Mecliste katılım oranı %43 ile diplerde geziyor. Ülkenin yarısından fazlası aslında temsil edilemiyor, bu süreci AKP iktidarı çok iyi kullanıyor.

AKP        %35
CHP        %19
DYP        %9,5
MHP        %8
GP            %7
DEHAP    %6
Anavatan  %5
SP             %3  Bu seçimde tüm oylar dağılıyor, ama herkes baraja takılıyor. 2001'deki kriz solumsu olayları düşürürken, terörün azalmaya yüz tutması ile milleytçi oylar bir miktar daha merkeze kayıyor. RTE önderliğinde AKP sükseki bir giriş yapıyor ve %35 ile Özal'dan beri yapılamayanı yapıyor ve lider parti olarak CHP önünde mecliste yerini alıyor. Kriz en çok Ecevit'i vuruyor %1 ile ceza kesiliyor. 2002 ve sonrası gelişmeleri biliyorsunuz o yüzden buralarda dönüm noktalarını belirtmeyeceğim.

2007 seçimleri:
AKP %47 ile rekordan rekora koşuyor.
CHP %21 ile oylarını arttırmış gözükse de, sosyal demokratların tek çatı altında toplanmasını değerlendiremiyor. Zira DSP seçimde CHP'yi destekliyor...
MHP %14
Bağımsız %5
DP    % 5
GP    %3
SP    %2 Ülke genel olarak merkez sağ /  milliyetçi / muhafazakar bir hale bürünüyor. 2002-2007 terör olaylarının yeniden patlak vermesi halkın eğilimlerini değiştiriyor. Halkın sola tepkisi büyük oluyor, liberal seçmenlerden de destekçi bulan AKP hükümeti ortalığı kasıp kavuruyor, süreç Baykal'ın sonunu hazırlarken, Kürt milliyetçiliği kendine mecliste yer buluyor. Bağımsız seçilen grup kendine lobi yapabiliyor. Halkın seçime katılımoranı %84, partilerin mecliste oranı %87 oranında temsil oranı %73 seviyelerinde.Sosyal demokratlar eski günlerinden çok çok uzakta kalıyor. One minute olayını da unutmamak lazım...

2011 seçimleri
Bu seçimler irili ufaklı bir çok parti kendini gösterme çabasına gidiyor ama %1 oranlarını zor gören gruplar kendilerini dışarda buluyor. Katılım oranı %83 olarak hala istenilen düzeyde değil %92-93ler düşen bu oranı ben daha çok sol eğilimli seçmenin demokrasiye olan inancının kaybolması olarak yorumluyorum.

AKP %50 ile bir kez daha darbe vuruyor.
CHP %26 ile Kemal önderliğinde oyunu arttırsa da istediği başarıyı elde edemiyor.
MHP %13 alarak eski günlerinden uzakta, muhalefetteki başarısızlık AKP'nin oylarını arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bağımsız %7  oranı ile BDP grubu altında Kürt Milliyetçiliğini meclise taşıyor. Mecliste katılım oranı %96, halkın temsil edilmesi ise önceki 2 seçimden hallice oluyor %80 oranları görüyor. Yetmez ama evet...


201.... seçimleri
Netlik kazanmasa da 2014 te üç seçim dedikoduları dolaşmaya başladı. PKK ile yapılan müzakereler, yüzeysel bakınca iyileşen!! ekonomi, Gezipark ve sonrasında gelişen olaylar, ileri demokrasi!! uygulamaları, Suriye meselesinde takınılan tavır süreci nasıl etkiler düşünelim.

Önce Bağımsızlardan bahsetmek istiyorum, son süreçte AKP karşısında kürt milliyetçiliği hususundaki işleri oranlarını en azından satbil tutmaya yetecek ve 33-40 arası bir milletvekili sayısı ile kendilerine yer bulacaklardır.
MHP; AKP'nin dış politikada Suriye politikaları ve PKK müzakere sürecinden memnuniyetsiz seçmenleri arkasına alabilirse %20'yi geçemese de oylarını 3-4 puan civarında arttırabilir.
CHP etkisiz muhalefeti ile oy oranınını %30lara çıkaramayacak görüşündeyim. Eğer aynı oy oranını yakalarlarsa bunu bir başarı olarak görmeli. Zira şu sıralar onların yapması gerekenleri, halk yapmakla meşgul. Diğer yandan AKP'nin tutumu nedeni ile sol görüşlü seçmenin tepki olarak desteğini alma olasılığını da yok sayamayız. Zira hala %10 oranında oy kullanmayan bir grup var.
Merkez sağ oylarını domine eden AKP zafer sarhoşluğunun etkisi ile artan gücünü yanlış kullanmasından, liberal kesimin desteğini kaybedecektir. Diğer yandan muhafazakar oylarını koruyacak gibi durmaktadır. Diğer yandan daha muhafazkar kesimde AKP'nin meşruiyetinin sorgulanmaya başladığı gözükmekte. Bağımsız adaylar ile AKP nin oylarının çalınması olası görünüyor. Yine 2-3 milletvekilinden fazlasını alabilirler mi bilmyorum.

2013 seçimleri için tahminim AKP 'nin kan kaybına rağmen iktidara olacak gibi durması. Meşruiyetini kaybetse de seçmenin AKP'yi, önceki seçimlerde başka partilere yaptığı gibi alaşağı etmesi pek mümkün durmuyor. Bu tempoda giderlerse son şansları olacak gibi.

CHP         %29 civarını küskün seçmenini de alırsa görebilir, yoksa %26 da kalması çok olası. Seçmenin çoğu AKP'ye tepki oyu verdiği için aslında bu Kemal için bir başarı sayılmaz, zira Kemalist seçmenin sabit bir yüzdesi var.
MHP        %17 ile oylarını arttıracaktır
Bağımsız  %9 oranında bir oy alması yüksek durmakta. Zira tüm bağımsızları Kürt milliyetçiliği altında değerlendirmiyorum, genel bağımsızlardan bahsediyorum.


Şu yüzdeler ile ilk etapta %45 oranında bir oy AKP için kalıyor, ki %4 lük kaybın daha daha artabileceğini düşünüyorum; bu durumda %38-40 oranında bir oy ile lider parti olacaklardır. %24 oranında sabit bir kesim AKP'ye net oy verecek olsa da, sempatizanlarından küstürdükleri oranları başka yöne çekebilir.

Önümüzdeki seçimlerde milllet vekili dağılımı da tahminimde şöyle olacaktır.

AKP 280
CHP 152
MHP 78
Bağımsız BDP 37
Bağımsız Diğer 3

şeklinde olabilir, bu en olası oran gibi durmakta.


Sabredip okuyanlar teşekkür ediyor; konu hakkında yorumda bulanacakların yorumlarını bekliyorım.


15 Temmuz 2012 Pazar

...

Yazacak başlık bile bulamadım. Aslında canım belirli bir konu hakkında yazmak istemiyor. Televizyonda Benjamin Button'ın "enteresan" hikayesi... Yarın yapılması gereken bir işbaşı... Canım sıkkın çok, evde tek başında, çok fazla soru işareti kafamda...

Bu filmi izledikçe içime ufaktan bir hüzün çöküyor, ama asıl sorun bu değil.

Geleceğe dair ilişkilere dair çok fazla tereddüt; belki konuşularak çözülebilir, belki de çözülemez.

Okul bitti, askerlik bitti, işe başlanıldı... Hayat bir düzene girdi derken ilişkideki muallak fazlasıyla içi kemiriyor. Bir şeyler bir yerde fazlasıyla yanlış gidiyor. Ya da bana öyle geliyor...

Aşkın ömrü gerçekten üç yıl mı yoksa biz mi şartlanıyoruz?

Birileri ile konuşmaya ihtiyacım var, ama bu bir tanıdık olmamalı. Bir yabancı ile daha rahat konuşur insan, yani bana öyle geliyor en azından.

Ne konuşmam gerektiğini bilmiyorum ama konuşmaya çok ihtiyacım var içimi dökmeye belki hiç tanımayan 3. şahıstan fikir almaya ihtiyacım var bilmiyorum... Hiçbir şey bilmiyorum...

Depresyona giriyorum, o da olabilir.

Tek bildiğim iyi değilim...

24 Temmuz 2011 Pazar

...Dünden Bugüne...

Saat gün filan bakarken şimdi fark ettim, ama çıkaramadım hemen. Bugün 24 Temmuz; bugün önemli bir şeyler oldu tarihte, ama ne çıkaramadım diyordum ki... İnternette aratınca dank etti; 88 yıl önce bugün Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştı.

Nereden nereye değil mi? Tam bağımsızlık parolası altında atılan ilk adımlardan, günümüze bakınca, aklıma zamanında bir t-shirt üzerinde gördüğüm yazı geldi;


Somewhere, something went terribly wrong!!!


Mezuniyet Meselesi

Var böyle bir şey şu sıralar; bıkkınlıkla beklenen tek ders sınavı sonrası mezun olma ihtimali de...

Mesele mezun olabilmek değil kardeş,
Mesele insan olabilmek...

24 Ocak 2011 Pazartesi

Haftanın Sözü

Cuma günü gazetede köşe yazısında rastladığım bir sözü haftanın sözü olarak seçiyorum. Söz Cesar Luis Menotti adlı kişiye ait. Bu söz tüm niteliksiz futbol isnancıklarına gitsin.


"Sadece futboldan anlayan, futboldan da anlamaz."

20 Ocak 2011 Perşembe

Sözlük...

Lisede anca kayıtlı okur olabilme mertebesine erişebilmiştik. Daha sonra alımlar durduruldu vs... Biz de küstük başka sözlüklerde yazdık. Privatesözlük, iüsözlük, itusözlük, ihlsözlük, uludağsözlük, yeditepesözlük derken en sonunda sözlüksüz takılmacalardaydık ki...

Dün itibari ile 17bin küsürüncü iken bir anda yazarlığım onaylandı ve ben de artık kompleksli, asabi bir ekşisözlük yazarı oldum. Bakalım neler olacak, haydi hayırlısı sözlük yazarlığına geri dönmek. Umarım aksatmayız buraları da...

18 Ocak 2011 Salı

Adını hüzün koydum

Dizi pazarına her gün bir yenisi daha eklenirken, bazı bazı diziler var ki çoğu insan göre saçma gelir de, ben severek izlerim. Yine bir tanesine denk geldim ki Hazal Kaya'nın oynadığı Adını Feriha Koydum. Potansiyel yorumları tahmin edebiliyorum bu konuda bir sıkıntı yok. Biraz sonra anlatacaklarım ile ilgi çeşit çeşit istisnalar da var, hatta muhtemelen günü birlik Paris turuna çıkan uç zenginler de yoktur, varsa da gitmezler diye düşünüyorum. Yoksa giderler mi lan?

Zengin ile fakir arsında ve zengin ile zengin arasındaki farkları belirginb ir biçimde ufaktan abartarak vermişler. Bir yanda kapıcı kızı ile çocukluktan arkadaş olan iyi zengin kız, diğer yanda ekonomik olarak kendinden düşük durumda olanları böcek misali ezmeye çalışan, bunu her fırsatta yapmaya çalışan ve egoları o kadar yüksek olan ki , kaşısındakinin başarısından delirircesine rahatsız durumdaki marginal! zenginler.

Fakir kızımız Etiler'de lüks bir apartmanda kapıcı ailesinin bir ferdi olması, yine burslu bir vakıf üniversitesi öğrencisi olması durumlar arasındaki farkı uçurumlar düzeyine çıkarmış.

Of ben ne diyorum ya, dizi özeti yapmayacağım. Diziyi izlerken karakterlerin bazılarına sinir oldum. Kendimi Feri'nin koymak zor olabilir, ama bulunduğum konum itibari ile her iki statüye de eşit mesafede olduğumu düşünen bir insanım. Biraz düşündüm, belki biraz dah fazla. Erkek olmanın getirdği avantajlar var tabi, ama bir kız için bazı şeylerin ne kadar sıkıntılı olduğunu bir kez daha doğruladım.

Daha söyleyecek çok şeyim var ama burada sosyolojik tespitler yapıp, bilmişlik taslamayacağım. Okuyan arkadaşlar ne demek istediğimi anlayacaklardır diye düşünüyorum. Neyse öyleydi işte, ben bir gideyim yarın yine geleyim. Zira yedi saat sonra girmem gereken bir adet Turkish Economy finali var.

İyi geceler...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Haftanın sözü

Bugün MSN listemdeki arkadaşlardan birinin iletisi idi, sizinle paylaşmak istedim:

"Siyasetin ucuzladığı bir ülkede pahalılıktan bahsedilemez..."

11 Ocak 2011 Salı

Karakter Mim'i..

Yakın zamanda profesörde denk geldiğim, tarafıma Laliş tarafından iletilen bir mim ile daha devam ediyoruz. Mimleri doldurması keyifli bazı bazı ama her yazı başlığında bir mim olması da yafruyu düşündürmekte; neyse konumuza dönelim. Kunumuz bu düya diğer dünya biraz ulvi biraz dünyevi ortaya karışık soruları cevaplamak. Başlayalım..

Dindarsınız ya da değilsiniz, inancınız var ya yok , dinlerini yaşadığını söyleyen insanlarda en çok sizi iten şeyler ne ve neden ?

İnanç mefhumunun görecelilğinin bir gerçelik oldğunun hala kavranamamış olması. Çok yüzeysel oldu; biraz daha açalım.. İsanların kendileri ile inanmak istedikleri -nesne ya da varlık ya da her ne isimle adlandırıyorlarsa- arasındaki bağın mutlak bir doğru olduğuna dair saplantılı düşünceleri var; ve bu durum bir süre sonra kişilerde fanatiklik düzeyinde vücud bulup, kendi inaç sistemleri içerisinde de olmaması gerekn şeyleri yapmalarına neden oluyor. Bu durum da benim bünyede biraz miktar tiksinti yaratmakta.

Sizi siz yapan özelliklerinizden en belirgin olanı ne?

Kendimce mantıklı bir açıklama gelene kadar inatlaşmaya bayılan, gereksiz ayrıntıların içerisine zaman zaman fazla dalabilen bir kişilğim var. Şeytan ayrıntıda gizlidir diye klişe bir lafla bitirmeyeceğim, ama şu daha uıygun olabilir: Ayrıntılar hayat kurtarır.

Etrafınızdaki kişilere saygılı mısınız? Neyiniz insanlardan farklı ve ne konuda daha çok saygı bekliyorsunuz?

Kime göre sorusu önemli bir durumda. Zira bana göre saygıda kusur ettiğimi sanmamakla beraber, kimi zaman çevremdekilerin saygı ve geleneksellik! ile ilişkilerine bağlı olarak saygısız bir insan olarak nitelendirilebiliyorum. Diğer insanlardan farkım muhtemelen aklıma yatmayan şeyleri, başkalarının bir bildikleri vardır deyip geçememe huyum, ve fazla soru sormam. Özellikle insnaların kendi çevrelerinde edindikleri ve zamanla kalıplaştırdıkları kavramları benim bünyeye dayatmama konusunda saygı göstermelerini bekliyorum; aynı 'telefonun başında çaresiz bekleyen' arkadaş gibi.

İnsan’ın sizdeki tanımı ne ? Karşınızdaki kişi de olmazsa olmaz dediğiniz özelikler neler ve neden sizin için önemli bunlar ?

İnsanı inisiyatif alabilme mefhumuna sahip olan canlı olarak tanımlamak benim açımdan en doğru şekil olur diye düşünüyorum. İnisiyatif alabilmek için düşünmek, sorgulamak, karar vermek ve uygulamak lazım, zira bu özellikler de bizi diğer varlıklardan ayırıyor gibi.. Olduğundan daha fazlasıymış gibi davranan, kibirli insanlar olursa olmaz insanlardan. Onun dışında özellikle aradığım başka bir koşul yok.

Hayata bakışınızı paylaşır mısınız? Sürekli bir şeyler için hayatı suçluyor musunuz yoksa hayatta olması gerekenler bunlar ve olması gerekenler yaşanıyor mu diyorsunuz?

Olması gerekenler, olmayanlar, olsalardı iyi olurdular... Bunlar daha çok insanların kendi yürüdükleri yollarla alakalı kendi keşkeleri. Muhtemel senaryolar içerisinden o ya da bu şekilde birini seçip devam etmek sonunda pişmanlık olması, belirli bir yaştan sonra 'sen de haklısın birader'i geçiyor. Bir yere kadar tamam ama bir yerden sonra kendi kararlarını kendileri ver-e-meyenler için de başkalarını suçlamak için bazı bazı geç olabiliyor. Hayatı değil ama başkalarını suçlamak daha doğrusu kusur paylaşımı yapmak daha doğru oluyor. Şöyle bir düşününce 15imden sonra keşke yapmasaydım dediğim iki ya da üç şeyden fazla ortam oluşmadı dersem yalan olmaz. Özetle olması gerekenleri bilemem ama çoğu zaman seçimleri yaşıyoruz.

Sizi en çok huzursuz eden eksikliğiniz ne ? Şunu da düzeltseydim daha huzurlu olurdum dediğiniz, gerçeğiniz, boş vermişliğiniz, gamsızlığınız?

Hırs açısından ufak bir zaafım var. Bir FM terimi ile açıklarsak: Lack of ambition Malesef bu önemli bir eksiklik. Her zaman değil tabi ki ama ortada kanıtlanması gereken bir şey yoksa ki çoğu zaman olmuyor, hırslanmak için gerekli bir neden görmüyorum. Bir de eleştiriler kimi zaman beni rahatsız ediyor özellikle kendimi makul düzeyde savunmak için bir şans tanınmadığı zaman. Bir de kimi zaman yeterli düzeyde atik olmuyorum, sosyal ortamlarda daha aktif olabilsem daha rahat ederdim diye düşünmekteyim..

Biri size bir kötülük yaptı ve biliyorsunuz ki yapılan şey bilinçliydi, tepkiniz nasıl olurdu? Susar mısınız yoksa aynı anda yüzüne vurur musunuz yapılanları? Kişilere davranışlarınızı neye göre belirliyorsunuz ?

Özetle arkasında bir ipnelik varsa, her türlü ikili ilişkide büyük sıkıntılara yol açar. Bunun dışında kimin, hangi koşullar altında ve ne yaptığı değerlendirme sürecini fazlası ile etkiler. O an sussam bile daha sonraki süreçte zaman zaman yüzüne vurmalar olabilir, eğer ki çok gereksiz bir tenkir ile karşı karşıya kalırsam.

Sizce, sabretmek nedir ve üzerinizde otorite kurmaya çalışan, sizin hakkınızı yiyen insanlara sabretmeli miyiz yoksa karşılık vermeli miyiz? Tepkimiz nasıl olmalı?

İnanmakla başarmak arasında süreçtir sabretmek. Otorite kurmaya çalışan insanlara bazen izin vermek olasılık dahili olsa da suistimale izin vermemek lazımdır derim. Diğer yandan her zaman elimizde bir şekilde olmasa da hakkımız yenildiği ses çıkarmak büyük bir erdemdir diye düşünmekteyim. Zira herkes bunu yapamaz her zaman bu yüzden, erdem olacak kadar üst düzey bir hareekettir tepki vermek. Tepkimiz nasıl olmalı sorusuna, hangi duruma karşı diye sormak iyidir diyorum.

Bir konuşmada geçti ben böyle bir cümle kurdum:’’ Karşımdaki insan benim için değerli değilse söylediği cümlelerde değerli değildir, isterse hakkımda zanlarla kötü konuşsun hiç farketmez’’ Bunu söylememin nedeni de şu; biliyorum ki bu dünyada en zor şeylerden biri sizi anlamaya kapalı insanlara kendinizi ifade etmeye çalışmak ve birilerini memnun etmeye çalışmak..Peki siz nasıl düşünüyorsunuz bu konuda?

Değersiz olarak atfedilen insnların düşünceleri değerli olarak görülmse de, başka insanlarla sizin hakkınızda paylaşılan düşünceler uzun vadede sizin başa çıkmanız gereken problemlere dönüşebilir. Bu tip durumlarda önceden gerekli önlemleri almak, bir savunma mekanizması geliştirmek bana göre doğrudur. Çok nefret ettiğim ve bir o kadar da endişe duyduğum bir başka şey de yanlış anlaşıkmaktır çünkü.

Hangi söz sizi rahatsız eder ve neden?

Özel bir söz olmamakla beraber, haketmediğim ve başın bilmeden sonuna yapılan yorumlar beni oldukça rahatsız eder. Anlamadan yorumlamaya çalışmak; ön yargı, kibir ve kimi zaman aptallıkla kesişir diye düşünüyorum. Bu arada ön yargı ve ilk izlenim arasındaki fark umarım herkesçe malumdur.

Başkasında kınayıp da sonra sizinde yaptığınız bir şey var mı?

Dedikodu yapmak kimi zaman kınadığım bir şeyse de ben de yapmışıdmır her insan gibi. Lakin korkarak kaçındığım en önemli şey bu konuda dedikodu ile arkasından körleme sallamak arasında çizgiyi kaçırmak. Umarım böyle bir hata da bulunmamşımdır.


Bu sefer mevcut mim'i paylaşmıyor, dallanıp budaklandırmıyorum. Umarım tetmin edici cevaplarla karşılarşısınız. Herkese iyi sabahlar...

6 Ocak 2011 Perşembe

Akademik Porno

Evet bu sıralar gündemi meşgul eden konulardan biri bu; üniversitelerden birinde bitirme tezi olarak sunulan bir porno filmi gündeme şak diye oturdu. Ahlak, etik... nidaları altında herkes sütten çıkmış ak kaşık tadında ahkam kesmelerde.

Yorumlara bakıyorum; aile ahlakı yerler altında, akdameik özgürlük bu mudur, yok kız kardeşi, ablası ya da annesi böyle yapsa ne derlermiş, sapkınlıkmış, ahlaksızlıkmış, dinmiş, daha bir sürü şey daha online haber sitelerine bir göz atın neler neler var... Hatta bu durumu şanlı! Osmanlı ile kıyaslayıp daha da abartanlar var... Yok artık Lebron James..

Tez konusu olara oldukça iddaalı ve bir o kadar da marjinal bir konsept olduğunu tartışmayacağım ama pornonun da sinema sektörü varolduğundan veri ortalarda dolaştığına eminim. Biz ki milletçe tecavüze uğrayana bir tekme daha atan, tacize uğrayana "o kadar açarsan olur tabi" diyen, değil bikinilisine kıyafetlisine bile sikecek gibi bakan, baldıza- kayna sarkan, 12-13 yaşında çocukları taciz eden, fotoğraflı cep telefonlaır ile etek altı kareler yakalamaya çalışan... Ama porno çok ayıp, çekilmemeli, izlenmemeli... E o zaman kimse izlemesin, ama izlemeye gelince ülkede en çok aratılan kelimeler başıdna sex, seks filan geliyor, ne iş?

Çeken niye çekmiş, oynayan niye oynamış? bilen var mı? yok.. Konuşan var mı? Çok.. Ama pardon bunu nedenlerini bilmemiz gerekmiyor olay hiç yaşanmamalıydı. Bu ay bir adet Tempo dergisi aldım ve dedim ki niye çekmiş la bunlar? tamam muhtelif gazetelerde vardı ama az biraz tam röportajı merak ettim ve baktım. Birazını paylaşacağım izninizle...

Neden sorusuna bir cevap: " Öyle bir şey yapayım ki, senelerdir kafamıza sokulan akademik özgürlüğün sınırlarını göreyim istedim. Çünkü üniversite demek kullanılmayan müthiş bir özgürlük alanı demek... Sınırların nereye dayanacağını merak ettim."
Yapılan; insan yaşamının çok doğal ama gizli olarak yaptığı bir şeyi, yani yaşamın bir parçasını akademik sınırlar içerisinde incelemeye açılması.

Oynayana laf olsa, kız zaten kendi açısında bir sorun olmadığını belirtiyor Işıl Cinmen yazısında...
"Üniversite projesi olduğu için, doğası gereği para karşılığı yok" dahası bunu yayınlama ve kamu ile paylaşma gibi bir durum da söz konusu değil.

Başka bir ilginç durum, filmde oynayacak erkek karakter için bir hayli çaba gösterilmesi, son dakika firarlar filan.. " Haftalar öncesinden belirlediğimiz isim, ikimizin de tanıdığı bir arkadaşımızdı; çekim günü kaçtı..." Zira öyle lay lay lom diye gelinmiyor kameraların önüne.

Gelen ve gelecek tepkilere cevap ise; "Çekinmiyoruz ve merak ediyoruz. Muhafazakarlaşmayı yücelten bir toplumun orta yerinde, böyle bir konu tartışılabilecek mi.... Ülkede bu kadar baskı olması beni çok rahatsız ediyor... Tüm bu muhafazakarlaşmaya 'hardcore' bir cevap olarak da görebilirsin bunu" %99 müslüman! bir ülke olmamızdan dolayıdır ki , sanalda bir linçtir almış başını gidiyor. Aldatmaların ve boşanmaların bolcana arttığı şu günlerde, duygusal erezyonun tavan yaptığı toplumumuzda, akademik açıdan değerlendirilmek üzere hazırlanan bir filme niye bu kadar yüklenildi anlamış değilim. Yapan ve oynayanlar kendi halinden memnun, her ne kadar bu skandal! sonrasında görevine son verilse de hocamız da kabul etmiş. Tabi okul yönetimi mahalle baskısına dayanamamış olasa gerek. Bu arada tezin notsal değerlendirilmesi de D mi ne yazıyor röportajda, yani en düşük geçme notu.

Aslında demek istediğim şu; dizilerde tecavüzü, tacizi, aldatmayı, aile işi ilişkişleri, hapı, boku, püsürü ballandıra ballandıra gösteriyoruz ve büyük bir aç gözlülükle izliyoruz. Kadına taciz almış başını yürümüş, evli kadınlar bile tek başlarına iken her türlü sarkıntılığı yapmayı kendimize yediriyoruz; otobüste, sokakta laf atmayı beceriyoruz, zamanı geliyor yatak odası fantezilerimizi paylaşmaktan hiç utanmıyoruz... Lakin halka açılmayan, gösterilmeyen, teşhir amacı gütmeyen basit bir seks filmini taşlamayı kendimizde en büyük hak görüyoruz. Bir de empaticiler vardı ama şimdi onlara zamanında iusozluk'te yazılan ama şu anda silinmiş olan bir girinin ait olduğu başlığı vermek istiyorum:

Bir godoştan yükselen empati fikri.. Buradan girinin sahibi hutraf denguz'a sevgilerimi sunarım.

Daha yazılacak çok şey olmakla beraber şimdilik bitiriyorum ve
İlk mim'leme olayını gerçekleştiriyorum.

Sevgili Laliş ve FirstE; buyurun size bir adet mimli konu..

P.S: kırmızı ile yazılan kısımlar Tempo'nun Ocak 2011 tarihli, 24 sayılı derginin Işıl Cinmen'nin yazısından alıntıdır.