24 Ocak 2011 Pazartesi

Haftanın Sözü

Cuma günü gazetede köşe yazısında rastladığım bir sözü haftanın sözü olarak seçiyorum. Söz Cesar Luis Menotti adlı kişiye ait. Bu söz tüm niteliksiz futbol isnancıklarına gitsin.


"Sadece futboldan anlayan, futboldan da anlamaz."

20 Ocak 2011 Perşembe

Sözlük...

Lisede anca kayıtlı okur olabilme mertebesine erişebilmiştik. Daha sonra alımlar durduruldu vs... Biz de küstük başka sözlüklerde yazdık. Privatesözlük, iüsözlük, itusözlük, ihlsözlük, uludağsözlük, yeditepesözlük derken en sonunda sözlüksüz takılmacalardaydık ki...

Dün itibari ile 17bin küsürüncü iken bir anda yazarlığım onaylandı ve ben de artık kompleksli, asabi bir ekşisözlük yazarı oldum. Bakalım neler olacak, haydi hayırlısı sözlük yazarlığına geri dönmek. Umarım aksatmayız buraları da...

18 Ocak 2011 Salı

Adını hüzün koydum

Dizi pazarına her gün bir yenisi daha eklenirken, bazı bazı diziler var ki çoğu insan göre saçma gelir de, ben severek izlerim. Yine bir tanesine denk geldim ki Hazal Kaya'nın oynadığı Adını Feriha Koydum. Potansiyel yorumları tahmin edebiliyorum bu konuda bir sıkıntı yok. Biraz sonra anlatacaklarım ile ilgi çeşit çeşit istisnalar da var, hatta muhtemelen günü birlik Paris turuna çıkan uç zenginler de yoktur, varsa da gitmezler diye düşünüyorum. Yoksa giderler mi lan?

Zengin ile fakir arsında ve zengin ile zengin arasındaki farkları belirginb ir biçimde ufaktan abartarak vermişler. Bir yanda kapıcı kızı ile çocukluktan arkadaş olan iyi zengin kız, diğer yanda ekonomik olarak kendinden düşük durumda olanları böcek misali ezmeye çalışan, bunu her fırsatta yapmaya çalışan ve egoları o kadar yüksek olan ki , kaşısındakinin başarısından delirircesine rahatsız durumdaki marginal! zenginler.

Fakir kızımız Etiler'de lüks bir apartmanda kapıcı ailesinin bir ferdi olması, yine burslu bir vakıf üniversitesi öğrencisi olması durumlar arasındaki farkı uçurumlar düzeyine çıkarmış.

Of ben ne diyorum ya, dizi özeti yapmayacağım. Diziyi izlerken karakterlerin bazılarına sinir oldum. Kendimi Feri'nin koymak zor olabilir, ama bulunduğum konum itibari ile her iki statüye de eşit mesafede olduğumu düşünen bir insanım. Biraz düşündüm, belki biraz dah fazla. Erkek olmanın getirdği avantajlar var tabi, ama bir kız için bazı şeylerin ne kadar sıkıntılı olduğunu bir kez daha doğruladım.

Daha söyleyecek çok şeyim var ama burada sosyolojik tespitler yapıp, bilmişlik taslamayacağım. Okuyan arkadaşlar ne demek istediğimi anlayacaklardır diye düşünüyorum. Neyse öyleydi işte, ben bir gideyim yarın yine geleyim. Zira yedi saat sonra girmem gereken bir adet Turkish Economy finali var.

İyi geceler...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Haftanın sözü

Bugün MSN listemdeki arkadaşlardan birinin iletisi idi, sizinle paylaşmak istedim:

"Siyasetin ucuzladığı bir ülkede pahalılıktan bahsedilemez..."

11 Ocak 2011 Salı

Karakter Mim'i..

Yakın zamanda profesörde denk geldiğim, tarafıma Laliş tarafından iletilen bir mim ile daha devam ediyoruz. Mimleri doldurması keyifli bazı bazı ama her yazı başlığında bir mim olması da yafruyu düşündürmekte; neyse konumuza dönelim. Kunumuz bu düya diğer dünya biraz ulvi biraz dünyevi ortaya karışık soruları cevaplamak. Başlayalım..

Dindarsınız ya da değilsiniz, inancınız var ya yok , dinlerini yaşadığını söyleyen insanlarda en çok sizi iten şeyler ne ve neden ?

İnanç mefhumunun görecelilğinin bir gerçelik oldğunun hala kavranamamış olması. Çok yüzeysel oldu; biraz daha açalım.. İsanların kendileri ile inanmak istedikleri -nesne ya da varlık ya da her ne isimle adlandırıyorlarsa- arasındaki bağın mutlak bir doğru olduğuna dair saplantılı düşünceleri var; ve bu durum bir süre sonra kişilerde fanatiklik düzeyinde vücud bulup, kendi inaç sistemleri içerisinde de olmaması gerekn şeyleri yapmalarına neden oluyor. Bu durum da benim bünyede biraz miktar tiksinti yaratmakta.

Sizi siz yapan özelliklerinizden en belirgin olanı ne?

Kendimce mantıklı bir açıklama gelene kadar inatlaşmaya bayılan, gereksiz ayrıntıların içerisine zaman zaman fazla dalabilen bir kişilğim var. Şeytan ayrıntıda gizlidir diye klişe bir lafla bitirmeyeceğim, ama şu daha uıygun olabilir: Ayrıntılar hayat kurtarır.

Etrafınızdaki kişilere saygılı mısınız? Neyiniz insanlardan farklı ve ne konuda daha çok saygı bekliyorsunuz?

Kime göre sorusu önemli bir durumda. Zira bana göre saygıda kusur ettiğimi sanmamakla beraber, kimi zaman çevremdekilerin saygı ve geleneksellik! ile ilişkilerine bağlı olarak saygısız bir insan olarak nitelendirilebiliyorum. Diğer insanlardan farkım muhtemelen aklıma yatmayan şeyleri, başkalarının bir bildikleri vardır deyip geçememe huyum, ve fazla soru sormam. Özellikle insnaların kendi çevrelerinde edindikleri ve zamanla kalıplaştırdıkları kavramları benim bünyeye dayatmama konusunda saygı göstermelerini bekliyorum; aynı 'telefonun başında çaresiz bekleyen' arkadaş gibi.

İnsan’ın sizdeki tanımı ne ? Karşınızdaki kişi de olmazsa olmaz dediğiniz özelikler neler ve neden sizin için önemli bunlar ?

İnsanı inisiyatif alabilme mefhumuna sahip olan canlı olarak tanımlamak benim açımdan en doğru şekil olur diye düşünüyorum. İnisiyatif alabilmek için düşünmek, sorgulamak, karar vermek ve uygulamak lazım, zira bu özellikler de bizi diğer varlıklardan ayırıyor gibi.. Olduğundan daha fazlasıymış gibi davranan, kibirli insanlar olursa olmaz insanlardan. Onun dışında özellikle aradığım başka bir koşul yok.

Hayata bakışınızı paylaşır mısınız? Sürekli bir şeyler için hayatı suçluyor musunuz yoksa hayatta olması gerekenler bunlar ve olması gerekenler yaşanıyor mu diyorsunuz?

Olması gerekenler, olmayanlar, olsalardı iyi olurdular... Bunlar daha çok insanların kendi yürüdükleri yollarla alakalı kendi keşkeleri. Muhtemel senaryolar içerisinden o ya da bu şekilde birini seçip devam etmek sonunda pişmanlık olması, belirli bir yaştan sonra 'sen de haklısın birader'i geçiyor. Bir yere kadar tamam ama bir yerden sonra kendi kararlarını kendileri ver-e-meyenler için de başkalarını suçlamak için bazı bazı geç olabiliyor. Hayatı değil ama başkalarını suçlamak daha doğrusu kusur paylaşımı yapmak daha doğru oluyor. Şöyle bir düşününce 15imden sonra keşke yapmasaydım dediğim iki ya da üç şeyden fazla ortam oluşmadı dersem yalan olmaz. Özetle olması gerekenleri bilemem ama çoğu zaman seçimleri yaşıyoruz.

Sizi en çok huzursuz eden eksikliğiniz ne ? Şunu da düzeltseydim daha huzurlu olurdum dediğiniz, gerçeğiniz, boş vermişliğiniz, gamsızlığınız?

Hırs açısından ufak bir zaafım var. Bir FM terimi ile açıklarsak: Lack of ambition Malesef bu önemli bir eksiklik. Her zaman değil tabi ki ama ortada kanıtlanması gereken bir şey yoksa ki çoğu zaman olmuyor, hırslanmak için gerekli bir neden görmüyorum. Bir de eleştiriler kimi zaman beni rahatsız ediyor özellikle kendimi makul düzeyde savunmak için bir şans tanınmadığı zaman. Bir de kimi zaman yeterli düzeyde atik olmuyorum, sosyal ortamlarda daha aktif olabilsem daha rahat ederdim diye düşünmekteyim..

Biri size bir kötülük yaptı ve biliyorsunuz ki yapılan şey bilinçliydi, tepkiniz nasıl olurdu? Susar mısınız yoksa aynı anda yüzüne vurur musunuz yapılanları? Kişilere davranışlarınızı neye göre belirliyorsunuz ?

Özetle arkasında bir ipnelik varsa, her türlü ikili ilişkide büyük sıkıntılara yol açar. Bunun dışında kimin, hangi koşullar altında ve ne yaptığı değerlendirme sürecini fazlası ile etkiler. O an sussam bile daha sonraki süreçte zaman zaman yüzüne vurmalar olabilir, eğer ki çok gereksiz bir tenkir ile karşı karşıya kalırsam.

Sizce, sabretmek nedir ve üzerinizde otorite kurmaya çalışan, sizin hakkınızı yiyen insanlara sabretmeli miyiz yoksa karşılık vermeli miyiz? Tepkimiz nasıl olmalı?

İnanmakla başarmak arasında süreçtir sabretmek. Otorite kurmaya çalışan insanlara bazen izin vermek olasılık dahili olsa da suistimale izin vermemek lazımdır derim. Diğer yandan her zaman elimizde bir şekilde olmasa da hakkımız yenildiği ses çıkarmak büyük bir erdemdir diye düşünmekteyim. Zira herkes bunu yapamaz her zaman bu yüzden, erdem olacak kadar üst düzey bir hareekettir tepki vermek. Tepkimiz nasıl olmalı sorusuna, hangi duruma karşı diye sormak iyidir diyorum.

Bir konuşmada geçti ben böyle bir cümle kurdum:’’ Karşımdaki insan benim için değerli değilse söylediği cümlelerde değerli değildir, isterse hakkımda zanlarla kötü konuşsun hiç farketmez’’ Bunu söylememin nedeni de şu; biliyorum ki bu dünyada en zor şeylerden biri sizi anlamaya kapalı insanlara kendinizi ifade etmeye çalışmak ve birilerini memnun etmeye çalışmak..Peki siz nasıl düşünüyorsunuz bu konuda?

Değersiz olarak atfedilen insnların düşünceleri değerli olarak görülmse de, başka insanlarla sizin hakkınızda paylaşılan düşünceler uzun vadede sizin başa çıkmanız gereken problemlere dönüşebilir. Bu tip durumlarda önceden gerekli önlemleri almak, bir savunma mekanizması geliştirmek bana göre doğrudur. Çok nefret ettiğim ve bir o kadar da endişe duyduğum bir başka şey de yanlış anlaşıkmaktır çünkü.

Hangi söz sizi rahatsız eder ve neden?

Özel bir söz olmamakla beraber, haketmediğim ve başın bilmeden sonuna yapılan yorumlar beni oldukça rahatsız eder. Anlamadan yorumlamaya çalışmak; ön yargı, kibir ve kimi zaman aptallıkla kesişir diye düşünüyorum. Bu arada ön yargı ve ilk izlenim arasındaki fark umarım herkesçe malumdur.

Başkasında kınayıp da sonra sizinde yaptığınız bir şey var mı?

Dedikodu yapmak kimi zaman kınadığım bir şeyse de ben de yapmışıdmır her insan gibi. Lakin korkarak kaçındığım en önemli şey bu konuda dedikodu ile arkasından körleme sallamak arasında çizgiyi kaçırmak. Umarım böyle bir hata da bulunmamşımdır.


Bu sefer mevcut mim'i paylaşmıyor, dallanıp budaklandırmıyorum. Umarım tetmin edici cevaplarla karşılarşısınız. Herkese iyi sabahlar...

6 Ocak 2011 Perşembe

Akademik Porno

Evet bu sıralar gündemi meşgul eden konulardan biri bu; üniversitelerden birinde bitirme tezi olarak sunulan bir porno filmi gündeme şak diye oturdu. Ahlak, etik... nidaları altında herkes sütten çıkmış ak kaşık tadında ahkam kesmelerde.

Yorumlara bakıyorum; aile ahlakı yerler altında, akdameik özgürlük bu mudur, yok kız kardeşi, ablası ya da annesi böyle yapsa ne derlermiş, sapkınlıkmış, ahlaksızlıkmış, dinmiş, daha bir sürü şey daha online haber sitelerine bir göz atın neler neler var... Hatta bu durumu şanlı! Osmanlı ile kıyaslayıp daha da abartanlar var... Yok artık Lebron James..

Tez konusu olara oldukça iddaalı ve bir o kadar da marjinal bir konsept olduğunu tartışmayacağım ama pornonun da sinema sektörü varolduğundan veri ortalarda dolaştığına eminim. Biz ki milletçe tecavüze uğrayana bir tekme daha atan, tacize uğrayana "o kadar açarsan olur tabi" diyen, değil bikinilisine kıyafetlisine bile sikecek gibi bakan, baldıza- kayna sarkan, 12-13 yaşında çocukları taciz eden, fotoğraflı cep telefonlaır ile etek altı kareler yakalamaya çalışan... Ama porno çok ayıp, çekilmemeli, izlenmemeli... E o zaman kimse izlemesin, ama izlemeye gelince ülkede en çok aratılan kelimeler başıdna sex, seks filan geliyor, ne iş?

Çeken niye çekmiş, oynayan niye oynamış? bilen var mı? yok.. Konuşan var mı? Çok.. Ama pardon bunu nedenlerini bilmemiz gerekmiyor olay hiç yaşanmamalıydı. Bu ay bir adet Tempo dergisi aldım ve dedim ki niye çekmiş la bunlar? tamam muhtelif gazetelerde vardı ama az biraz tam röportajı merak ettim ve baktım. Birazını paylaşacağım izninizle...

Neden sorusuna bir cevap: " Öyle bir şey yapayım ki, senelerdir kafamıza sokulan akademik özgürlüğün sınırlarını göreyim istedim. Çünkü üniversite demek kullanılmayan müthiş bir özgürlük alanı demek... Sınırların nereye dayanacağını merak ettim."
Yapılan; insan yaşamının çok doğal ama gizli olarak yaptığı bir şeyi, yani yaşamın bir parçasını akademik sınırlar içerisinde incelemeye açılması.

Oynayana laf olsa, kız zaten kendi açısında bir sorun olmadığını belirtiyor Işıl Cinmen yazısında...
"Üniversite projesi olduğu için, doğası gereği para karşılığı yok" dahası bunu yayınlama ve kamu ile paylaşma gibi bir durum da söz konusu değil.

Başka bir ilginç durum, filmde oynayacak erkek karakter için bir hayli çaba gösterilmesi, son dakika firarlar filan.. " Haftalar öncesinden belirlediğimiz isim, ikimizin de tanıdığı bir arkadaşımızdı; çekim günü kaçtı..." Zira öyle lay lay lom diye gelinmiyor kameraların önüne.

Gelen ve gelecek tepkilere cevap ise; "Çekinmiyoruz ve merak ediyoruz. Muhafazakarlaşmayı yücelten bir toplumun orta yerinde, böyle bir konu tartışılabilecek mi.... Ülkede bu kadar baskı olması beni çok rahatsız ediyor... Tüm bu muhafazakarlaşmaya 'hardcore' bir cevap olarak da görebilirsin bunu" %99 müslüman! bir ülke olmamızdan dolayıdır ki , sanalda bir linçtir almış başını gidiyor. Aldatmaların ve boşanmaların bolcana arttığı şu günlerde, duygusal erezyonun tavan yaptığı toplumumuzda, akademik açıdan değerlendirilmek üzere hazırlanan bir filme niye bu kadar yüklenildi anlamış değilim. Yapan ve oynayanlar kendi halinden memnun, her ne kadar bu skandal! sonrasında görevine son verilse de hocamız da kabul etmiş. Tabi okul yönetimi mahalle baskısına dayanamamış olasa gerek. Bu arada tezin notsal değerlendirilmesi de D mi ne yazıyor röportajda, yani en düşük geçme notu.

Aslında demek istediğim şu; dizilerde tecavüzü, tacizi, aldatmayı, aile işi ilişkişleri, hapı, boku, püsürü ballandıra ballandıra gösteriyoruz ve büyük bir aç gözlülükle izliyoruz. Kadına taciz almış başını yürümüş, evli kadınlar bile tek başlarına iken her türlü sarkıntılığı yapmayı kendimize yediriyoruz; otobüste, sokakta laf atmayı beceriyoruz, zamanı geliyor yatak odası fantezilerimizi paylaşmaktan hiç utanmıyoruz... Lakin halka açılmayan, gösterilmeyen, teşhir amacı gütmeyen basit bir seks filmini taşlamayı kendimizde en büyük hak görüyoruz. Bir de empaticiler vardı ama şimdi onlara zamanında iusozluk'te yazılan ama şu anda silinmiş olan bir girinin ait olduğu başlığı vermek istiyorum:

Bir godoştan yükselen empati fikri.. Buradan girinin sahibi hutraf denguz'a sevgilerimi sunarım.

Daha yazılacak çok şey olmakla beraber şimdilik bitiriyorum ve
İlk mim'leme olayını gerçekleştiriyorum.

Sevgili Laliş ve FirstE; buyurun size bir adet mimli konu..

P.S: kırmızı ile yazılan kısımlar Tempo'nun Ocak 2011 tarihli, 24 sayılı derginin Işıl Cinmen'nin yazısından alıntıdır.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Balıkçı Çocuk ve Kediler

Eski blogumda yazdığım ama orada ziyan olduğunu kendi çapımda düşündüğüm bu yazımı burayla paylaşmak istedim. Zamanında gittiğim bir sergi salonunda pek de bana uymayan bir tarzla bir kenara not alıp sonra netten fotoğrafını koyup üstüne yorum yaptım. Kendisi Orhan Peker'e ait bir yağlı boya çalışması olarak tanıtılmıştı, kenarında yazan açıklamada, ama anlatmak sitedikleri daha fazla idi diye düşünmekteyim resmin.

Hayattan gerçek bir kesit olarak algılanması çok da zor olmaz aslında. Bir yandan balıklara göz kulak olması gerekn bir balıkçı cocuk, diğer yanda balıklardan birer tanesini gözlerine kestiren içi geçmiş kedi bakışları... Diğer yanda ise balıkçı çocuğun kedilerden pek de farklı olmayan duygularla balıklara bakması.

Kediler gibi bir çare yükümlü olduklarını yaparken, doğasını inkar eden bir hali var. Kediler gibi durup, onlar gibi bakması nefsini; lakabı ise görevini tanımlıyor kuvvetle muhtemel.

Özetle aslında biz kimiz? Üstümüze biçilen görev mi; yoksa içimizden gelen dürtülerimiz mi?
Olduklarımı ve arzularımız... Bu aralar kimi bloglarda yer alan sitemlerden yalnızca biri..



P.S: Bu yazıyı yazmama zamanında vesile olan zat-ı muhtereme teşekkürlerimi sunuyorum...

MiM: VaKa! idi..

Sevgili Laliş'ten zamanında yapılan bir mim operasyonu daha. Şanstır ki; o yazıdan sadece bir tanesini cevaplamam yetiyormuş, o zaman başlayalım... Ya da vazgeçtim kusura bakma Laliş; sorular benim cevaplayabileceğim tarzda değil pek, pardon...

MiM: Vaka 3!!!

Başlıklar çok klişe olmakla beraber umarım kendiem özgün bir şeyler yazma başarısını da göstereceğim önümüzdeki günlerde. İlk önce FirstE mimlemesini daha sonrasında ise sevgili Laliş mimlemesini yazacağım. Bu kadar mimlenme ardarda nası olur bilemem ama yine de böyle yapacağım. Neyse konumuza dönelim. Konumuz FirstE deyişi ile : "kendimizi daha iyi tanıtmamız 'lazım' sanırım takipçilerimize"

Gerçekten tanımak istiyor musunuz lan? cidden mi? peki öyleyse...

1-) Kaç yaşındasınız ?

Nüfus kağıdına göre 23 bitmiş, 24 ten 2-4 ay almış durumdayım

2-) İsminizin son harfi ne ?

Hangisininki? Gündelikteki mi? Göbekteki mi? neyse sıra ile yazalım ilkine cevap M, ikincisine T

3-) En sevdiğiniz renk ?

Şimdi bu çok alengilli bir soru, zira tek renkten ziyade kominasyonları dah açok sevmekteyim. Aşırı sevmesem de, kıyafetlerimin yeşil tonlarda olması değişik. Siyah, kırmızı, beyez kombinasyonunu severim. Ve tabi ki füme... Ya da biraz felsefik cevap ile toz rengini severim...

4-)Kilonuz kaç ?

Her gün üç kilo alıp veren biri olarak son durumum sanırım 79 dolaylarında... Ama göstermiyorum o ayrı. (çıplak görmediğiniz sürece şikayet etmenize gerek yok)

5-)Boyunuz kaç?

1.5 metreden çok olmakla beraber, 1.80 barajının da altında seyir etmekteyim.

6-)Ailenizin kaçıncı çocuğusunuz ?

Son ve tek çoucuğum, nasıl oluyor diye kafa yormayın öyle işte...

7-)En sevdiğiniz şarkı ?

Güzel bir soru, daha önce hiç düşünmedim ama cep telefonumda melodi
A Perfect Circle- Annihilation güzeldir, ninni gibi başlar öyle de biter...

8-)Sigara kullanıyor musunuz ?

Alkol tamamlaycısı olarak çok içmekle beraber, evde kaldığım zamanlarda çok gitmiyor meret..

9-) Alkol ?

Gelmeden cevapladım..

10-)Sizce sarışın mı esmer mi ?

Esmer, kumral, çok nadir durumlarda sarışın..

11) Çayı bardağından mı içersiniz, çay fincanından mı?

Farkmaz...





...Le FiN

2 Ocak 2011 Pazar

Mim vakası: 2

FirstE kaynaklı bir mimli yazı ile devam ediyoruz, konumuz belirli bir yaşa gelip hala yapmadığımız 10 şey, bakalım panomuzda ne var...

1- Özenti olacak ama hiç karakolluk olmadım ben de.

2- Bir enstürmanı şöyle kanırta kanırta çalamadım

3- İntihara teşebbüs etmedim

4- Yine özenti olacak ama çok istememe rağmen hiç dövme yaptırmadım, ama aklımda olacak inş...

5- Uçağa binmedim

6- Yurtdışına çıkmadım

7- Hiç namaz kılmadım, kiliseye filan gittim ama camiye hiç girmedim, ama hiç inançsız biri de olmadım

8- Hiçbir sevgilimi aldatmadım

9- GS-FB derbisine hiç gitmedim

10- Hiç asansörde sevişmedim


10u bulmak çok zor bunu farkettim ve mim diyorum, merwww diyorum eğer ki okuyorsa, bunu da okusun...